Osman Ersan Hocaefendi Manevi Yola Nasıl İntisab Etti?
OSMAN ERSAN HOCAEFENDİ MANEVİ YOLA NASIL İNTİSAB ETTİ?
ALTINOLUK: Efendim, Altınoluk olarak vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Sohbetimize ailenizden, doğumunuzdan, eğitim hayatınızdan bahsederek başlayalım isterseniz.
Osman Ersan: Eûzu billâhi mineşşeytanirracîm. Bismillâhirrahmanirrahîm. Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn vesselâtü vesselâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.
Efendim Balıkesir’in Orhanlı Köyü’nde 1946 Yılı’nda doğmuşum. Dedelerimiz bu köye Kafkasya’dan gelip yerleşmişler. Babam çiftçilikle ile meşguldü. Beş sene ilkokulu köyde okuduktan sonra babam Balıkesir’e Eski Câmi Kur’ân Kursu’na gönderdi. Bu kursta çok değerli hocalar vardı. Mesela Mehmet Karatoprak Hoca vardı hâfızları dinlerdi. Şerafettin Hoca vardı, Bayram Hoca vardı.
Biz Kur’ân Kursu’na devam ederken Mehmet Karatoprak Hocamızın gayretleriyle Ocak 1959’da Balıkesir’de İmam-Hatip Okulu açıldı. Açılışa devlet erkânıyla beraber Muhterem Adnan Menderes Bey de gelmişti. Biz de gittik. Konuştuklarını hatırlamıyorum ama mütebessim çehresi hâfızamdan hiç gitmez. Maalesef iki yıl kadar sonra hayatını bitirdiler.
İmam-Hatip Okulu, eğitim öğretim yılının ikinci döneminde açılmıştı. Gittik, kaydımızı yaptırdık. Aynı zamanda Eski Câmi Kur'ân Kursu’nda yatılı olarak kalıyorduk. Mehmet Karatoprak Hocamız da kurstan bizimle İmam-Hatip’e gelir, Kur’ân-ı Kerîm dersine girerdi. Çok gayretli ve samîmî bir hocamızdı. İmam-Hatip’in yolu toprak yoldu. Yağmur yağdığında çamur olur, bata çıka giderdik. Hattâ bir seferinde Mehmet Karatoprak Hocamız giderken ayağındaki lâstik ayakkabı çıktı. Hoca meshle yürüyüp gidiyor farkında değil. Arkasından koşup seslenmiştik.
Dönem sonunda imtihanlar oldu. Bazı arkadaşlar sınıfı geçti, bazıları kaldı. Tabii alt yapımız yoktu. Okul ikinci dönemde açılmıştı. Üç dört ayda ne öğreneceğiz? Ben de sınıfta kalmıştım. Çok üzülmüş, moralim de bozulmuştu. Köye geri döndük. Artık okumamaya karar vermiştim. Babam kızacak diye sınıfta kaldığımı O’ndan gizliyordum. Bir müddet sonra babamdan izin istedim. “Ben Balıkesir’e gidip kalıp kalmadığımı öğreneceğim. Kaldıysam köye geri döneyim mi?” dedim. Babam kızdı. “Ne gelmesi oğlum. Geçinceye kadar okuyacaksın.” dedi. Babam öyle demeseydi okumayı bırakacaktım. Balıkesir’e geldim. Birinci sınıfa devam ettik. Ondan sonra sınıfları dereceyle geçtik elhamdülillâh. Daha sonra sınıfı geçenlerin kimisi ikinci, kimisi üçüncü sınıfta kaldı. Kimisi İmam-Hatip Okulu’nu bitiremedi. Bâzısı Yüksek İslâm Enstitüsü imtihânına girdi, kazanamadı. Çünkü İmam-Hatip’te sağlam bir temel oluşturamamışlardı. Bunu şunun için anlatıyorum; o kalma benim için hayır oldu. Âyet-i kerîmede buyruluyor: “Bir şey hoşunuza gitmezken o sizin için hayırlı olur, bir şeyi de sevdiğiniz hâlde o da hakkınızda şer olur.” Gençlere bunu hep ibret olsun diye anlatıyorum.
İmam-Hatip Okulu’nda çok değerli hocalarımız vardı. Onlara her zaman dua ederim. Ahmet Duran, Feyzullah Türker, Fahri Ersin, Mehmet Yumuk, Eryurt Yasun hatırlayabildiklerim. Meslek derslerimize girerlerdi. Yine Ahmet Gürtaş Hoca Arapça dersimize girerdi. Çok iyi bir hocaydı. Fransızca hocamız Adnan Akalın’dı. Fransızcayı bize anadilimiz gibi öğretmişti. Hatta öğrenciyken Fransızca hikâyeler tercüme edebiliyorduk. İmam-Hatip’i bitirdiğimiz zaman Fransızca hallolmuştu. Hatta bu devrede Fransızca bir gramer kitabı bile hazırlamış, bu kitapta Fransızca’yı çok kolay öğretecek bir metod önermiştim. Kitabı bastırmak için Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü Fransızca Öğretmeni Naim Gündüz Bey'e vermiştim. Baktı, okudu, çok beğendi ve “Hocam, bu çalışma çok güzel olmuş. Ben kendi ismimle bastırmaktan hayâ ederim. Siz kendi isminizle bastırın.” dedi ve geri verdi.
Fransızca gramer aşağı yukarı Arapça ile aynıdır. Mesela Arapça’da müennes-müzekker vardır. Buna karşılık Fransızca maskülen-feminen vardır. Arapça’da müfred cem’i vardır; Fransızca’da ise sengüliye-plüriye. Arapça’da; mef’ûl-i bîhissarîh, mef’ûl-i bihî gayr-i sarîh vardır; Fransızca’da ise kompleman-direk, kompleman-endirek vardır.
ALTINOLUK: İstanbul'a gidişiniz nasıl oldu?
Ersan: İmam-Hatip Okulu’nu bitirince Yüksek İslâm Enstitüsü imtihanlarına girdik. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nü parasız yatılı olarak kazandık elhamdülillâh. İstanbul’a gidişimiz de böyle oldu. Abdullah Sert Hocamız, Balıkesir İmam-Hatip’e ortaokuldan sonra gelmişti. Aynı sınıftaydık. Daha sonra İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde de beraber okuduk.
Yüksek İslâm Enstitüsü, Bağlarbaşı’ndaydı. Bugünkü Marmara İlâhiyât’ın olduğu yer o zamanlar Yüksek İslâm Enstitüsü’ydü. Yurdumuz da okulun hemen yanındaydı. O zamanlar oralar çok tenhaydı. Yurdun etrafı buğday tarlasıydı. Hatta hasat zamanı kadınlar gelir, oraklarla buğdayları biçerler, demetlerini alıp başka yerlerde harman ederlerdi. Altunîzâde taraflarında ise terk edilmiş bağlar vardı. Bağlarbaşı ismi de oradan geliyor. O civarda üç dört ev ve bugün de mevcut olan Rum Mezarlığı vardı. Rum mezarlığına her gün iki-üç cenâze gelirdi.
ALTINOLUK: Sâmi Efendi, Mûsâ Efendi Üstadlarımız ile ilk ne zaman tanıştınız?
Ersan: Ömer Kirazoğlu Hocamız Yüksek İslâm’da, İslâm Sanatı dersimize girerdi. Zaman zaman derste Sâmi Efendimiz’den de bahsederdi. İsmini O’ndan duymuştum. Sâmi Efendimiz’den önce Mûsâ Efendimiz ile tanıştık.
Yüksek İslâm’da Murat Yılmaz Abi vardı. Bir gün Murat Abi “Hocam” dedi, “Sultantepe’de bir zât hacca gidip gelmiş. Ziyâretine gidelim mi? Zemzem içer, hurma yeriz.” Ben de “Tamam” dedim. Yürüyerek Bağlarbaşı’ndan Sultantepe’ye gittik. Bir köşkün kapısına vardık. Kapıyı nur yüzlü bir zât açtı. Meğer hacca giden zât Mûsa Efendi Üstâdımızmış. İlk kez bu ziyâret vesîlesiyle görmüş oldum. İçeriye buyur etti. Girdik, oturduk. Mübârek, tâbiri câizse sanki insan kılığında bir melekti. Bize kendi elleriyle hurma, zemzem, çay ikrâm etti. O zamanlar biz on sekiz on dokuz yaşlarında bir talebeyiz. Mûsa Efendimiz de ellili yaşlarındaydı. O’nun bize karşı bu izzet ü ikrâmı, hürmet ve tevâzuu beni çok etkiledi. Murat Yılmaz Abi ile evden ayrılıp yurda dönerken hüngür hüngür ağlamaya başladım. O zamanlar tasavvuftan haberimiz yoktu.